...yağmur yağacak mı, çadır kurulur mu, Ertuğrul üşür mü acaba diye düşünürken, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın...
Cuma günü mesaiden sonra koştur koştur eve, kamp hazırlıklarını tamamladıktan sonra doğru Ulaşlara. Ulaşların eşyalarını arabaya yükleyip daldık bahçeye, taze taze, dalından sebzeleri topladık...
Nallıhan Karacasu Köyü'ne vardığımızda hava çoktan kararmıştı. Köyün içinde sağa doğru bir yol sapıyor, yol ayrımındaki tabela şelale yolunu kaçırmamanızı sağlıyor.
6 km sonra sağa sapmanız gereken yerde bir tabele daha sizi karşılıyor.
![]() |
Fotoğrafı dönüşte çektik....Zira giderken hava zifiri karanlıktı:) |
Bir kamelya ve yanıbaşında şırıl şırıl akan bir çeşme buluyoruz, birileri bizi düşünmüş... Hatta kamelyada bir masa ve eşyalarımızı koyabileceğimiz raflı ufak bir bölüm bile var. Önce bir kamp ateşi yakıyoruz, o arada eşyaları boşaltıp yerleşiyoruz. Çadırları da yağmur endişesi ile kamelyaya kuruyoruz. Bir bakıyoruz ki bir türlü kullanamadığımız mangalı almamışız, Allah'tan Tülay teşkilatlı. Ama O da ızgarayı unutmuş. Sonra aklımıza bizim sac geliyor. Atıyoruz sacı, etleri ateşin üstüne, bir semaver de çay... Yemek 22:00 gibi ancak hazır oluyor. Yedik, içtik, çadırı kurduk, sohbet ettik derken saat 02:00'yi buluyor.
Ertuğrul annesinin kucağında , kamp sandalyesinin üzerinde sırtını ateşe vermiş mışıl mışıl battaniye altında uyuyor. Yıldızlar pırıl pırıl, o kadar çoklar ki seyirlerine doyum olmuyor, ama ayaz vuruyor sırtımıza. Ateşi söndürüp atıyoruz kendimizi çadırlara. Daha önce uyku tulumunu pek kullanamamıştık, ama bu sefer tam karar oldu. Ne sıcakladık, ne üşüdük. Harika bir uyku çektik.
Üşüyen ayaklar ateş başında |
Ertuğrul annesinin kucağında , kamp sandalyesinin üzerinde sırtını ateşe vermiş mışıl mışıl battaniye altında uyuyor. Yıldızlar pırıl pırıl, o kadar çoklar ki seyirlerine doyum olmuyor, ama ayaz vuruyor sırtımıza. Ateşi söndürüp atıyoruz kendimizi çadırlara. Daha önce uyku tulumunu pek kullanamamıştık, ama bu sefer tam karar oldu. Ne sıcakladık, ne üşüdük. Harika bir uyku çektik.
![]() |
Sabah manzaramız... |
Ben ve Ulaş daha önce buraya gelmiştik, fakat Gökçen ve Tülay sabah kalkınca manzaraya hayret etti. Her yer yemyeşil çam ormanı....
Sabah bizim oğlan köpeklerle kaynaşıp oynamaya başladı, biz de kahvaltı telaşına düştük.
Ateşi yaktık, bir menemen patlattık ki ağzınıza layık. Kozalaklarla da semaveri yaktık, masayı donattık. Bizim masa pek kampçı masası olmadı :) Uzun uzun kahvaltı yapıp lafladık, telefonlar da çekmiyor oh...
Kahvaltı faslının ardından şelaleye doğru yürüdük akmasını umarak, amma talih yüzümüze gülmedi. Zira su kurumuş. Tahminimizden çok daha yüksek olan şelale aksa seyrine doyulmazdı kesin... Yoldaki tabelada Mart - Ağustos arası akar yazsa da Ağustos sonuna su yoktu maalesef... Şelalenin önüne bir seyir terası yapılmış. Oraya ulaşmadan evvel de ufak bir köprüden geçiyorsunuz. Etraf çok güzel, kısa gezimizden çok keyif aldık hepimiz...
Uyuz Suyu Şelalesi... |
Dalından tezze tezze... |
Hamak Sefası / Cefası ??? |
![]() |
Ertuğrul'a yaptığımız araba |
Gece çöktü, gündüz toplanan odunlarla bir ateş yandı, cırcır böcekleri, ateş ve su sesi arasında ateşin etrafında kahveler içildi. Muhabbet iyiden iyiye sardı. Alex ve Maya ayak ucumuzda, Ertuğrul kucakta sızdı yine... Stres üstümüzden döküldü gitti. İkinci gece daha erken uyuduk. Sabahın erken vaktinde de kalktık yine fakat herkes çok dinç uyandı. Kahvaltının ardından piknikçiler dökülmeye başladı, bizi oraya yerleşmiş görenler biraz şaşırdı doğrusu. Baktık kalabalık artıyor yükledik eşyaları arabalara, çöplerimizi toparlayıp düştük yola... Sonraki durak hep beraber Göynük...
Güzel arkadaşlıkları ve paylaştıkları fotoğraflar için Tülay ve Ulaş'a teşekkürler...
Tabii Ertuğrul'a korkularını unutturan Alex ve Maya' yı da unutmamak lazım :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder