35 yaş

      Tarihe not düşülsün, naçizene bu insan evladı bu kocaaaa dünyanın bir köşesinde tam 35 yılını an itibarı ile devirdi. Güldü, ağladı, sevdi, sevildi. 






      Ortaokulda Almanca dersinde "şu anda ne olmak istersin" diye sorduklarında bir arkadaşım "15 yaşında olmak isterdim" demişti. O zamanlar büyümek matah birşeydi malum. Onüçten 15'e o koca zaman nasıl geçecekti? Biz 2 yıla sabredemezken üzerinden pıt 20 yıl geçti. Şimdi oğlum diyor ki "ben çocuk değilim, ben 6 yaşındayım, abi oldum". Oldun oldun, iyi halt ettin :)

       Ben de öyle abla filan derken baktım bir anda teyze oluvermişim. İlk defa üniversitede Cebeci'de çocuğun birisi topunu kaçırdı, top düşüverdi önüme. Babası bağırdı "teyzesi atıver bi zahmet". İşte ilk orada teyzesi oldu adım, "ne teyzesi yahu" diye de söylendim. Nasıl kızdıysam sahne hala gözümün önünde, 5. sınıftaydım. 

     Çocukluğum şimdiki bıdıklara göre hem iyi, hem zorlu geçti. Duvar tepesinde çekirdek çitleyen, hava kararınca saklambaç oynayıp "nolur anne 5 dakka " diye bağıran çocuk kaldı mı bilmiyorum. O kısmı pek keyifli idi. Etrafım beni tepesinde taşıyan şımartan nene, dede, teyze, dayı ile sarılı olduğundan anne babayı kim takardı, annem kızsa anneannem korurdu :) Bir taraftan da öyle her istediğini giyemez, öyle her istediğin oyuncağa yanaşamazdın. Çin'in daha kat edecek çok yolu vardı, oyucak dediğini baban Almanya'dan filan getirirdi. Haa bi de kalem meselesi vardı. İlk Stabilo kalemim elime 7 yaşında geçti, 3 tane; koyu kırmızı, yeşil, mavi. O kalemleri hala pek severim ama yeşilin filan modası geçti. Şimdi pembenin bile 40 türlüsü var :) O zaman google, facebook doğum günü kutlaması yapmıyor, annemciğim kardeşim ve benim için muz alıp çikolatalı pasta yapıyordu. Üzerine de yaşımızı hindistan cevizi ile yazardı.
  
        Peşisıra "hayatım nasıl olacak" kaygısı ile etrafımdaki birçok kişi gibi 10'lu 20'li yaşlarımın keyfini layıkı ile çıkaramadım, ama gücenip darılmıyorum. Bizim memlekette başka seçenek yok. Tırmalamadan oh dedirtmezler adama. Norveçli olmadığıma göre bakacaktım başımın çaresine. Dersanelerde, sınavlarda gez baba gez. Kendi gezdiğim yetmezmiş gibi zavallı anne babam da önümde. Onlar da bir taraftan "bu çocuk ne yapacak" beri taraftan geçim kaygısı ile 30'lardan 40'lardan birşey anlamadılar zannımca. 

        İlkokuldan beri arkeolog olmak istiyordum, geldiğim noktaya heli bir bak. Hala ne vakit bir ören yerine gitsem "acaba nasıl olurdu" diye düşünüyorum. Yapmadığım resimlerden, tutmadığım fırçalardan özür dilerim. O konuda yetenekli idim, kendi kendimi körelttim. Bizim polikliniğe gelip bir "ah" çeken arkeolog varsa beri gelsin, "tek sen değilsin" desin nolur :) 

        Üniversiteye gelirsek, zannettim ki tıp fakültesini kazanmak mesele. Kayıt yaptırmadan evvel bi heves gidip Morfo'nun bahçesinde Zeynep ile çay içmiştik, o kadar tıfılız ki paçamızdan akıyor çömezlik. Zannedersin ki boğaza nazır, Sıhhıye bre :) Yan masadaki kızlar "yol yakınken dönüver" misali birşey dediler, "aaa, onlara neydi". Yaz günü zavallıcıkların orada ne işi olacak, ya telafi ya büt. Tabii ben telafi, bütünleme kelimeleri ile sonra kendim tanıştım, daha tatlı oldu. Hasılı mesele o okulu kazanmak değil o okulu 6 yılda bitirmekmiş. Bana tıp fakültesinin çok güzel hatıraları, ayrıca bir uyku bozukluğu bi de kitap okuma alışkanlığımın yerle bir olması kaldı. Zaten  kadar çok okumam gerekiyordu ki bir ders notu 600 sayfa olur muydu, boş zamanda okumak neydi. Ah annemi dinlememiştim, yazıverecektim işletmeyi... Ama garip bir şekilde şeytan azapta gerek hala o taş merdivenlerden çıkarken kendimi eve gelmiş gibi hissediyorum.
Çünkü Ankara Tıp bana bir de benim gibi yanlışlıkla yolu oraya düşmüş ruhu mühendis ama kendi doktor bir yoldaş verdi. Beraber oydu buydu derken büyüdük, saçlarımız döküldü, kilo aldık. O kısımlar tamam, ama asıl olay; biz anne baba olduk.

       Fakültede bir hocam demişti anne olmayı tatmak her kadının hakkı, tabi o yaşta pek kallavi gelmişti bu laf bana. Ama ne zaman ki  Ertuğrul'u kucağıma aldım, o zaman anladım. Gerçekten bu tadılası birşey. Güzel oğlum gülünce, dünya gülüyor. Sonra da Feraye katıldı aramıza. Boncuk gözlü kızım, adı gibi gecemin aydınlığı, ayışığım. 

       30'lu yaşlarda hastalıklarla, ölümlerle tanıştım ve asıl ben annem öldüğünde büyüdüm. Canım annem. Dünyaya kazık çakmadığımı, isteklerimi ertelememem, saçmalıklarla kendimi yormayıp işime bakmam gerektiğini daima başaramasam da öğrendim, arada yoldan çıkınca bi çimdik atıp hatırlatıyorum kendime.  Şu 35 yılın üstüne kaç gün daha koyarım bilmiyorum ama tek dileğim sevdiklerim yanımda olsun, sağlık sıhhat bizimle olsun. Gerisi bize kalmış, malum "güzel günler sana gelmez sen onlara yürüyeceksin".
                                                    Gökçen

3 yorum:

  1. Nice yıllara güzel arkadaşım:) !!!!
    bir solukta okudum yazını...sizden yol hikayeleri duymayı çok özledik .
    Sevgiler.. tülay

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Tülaycığım, sınav şu bu derken bakamıyorum. Keşke gezsem de yazsam, nice yollar bekliyor:)

      Sil
  2. İki çocuğu da uyuttuk, nihayet çay içmeye çalışırken akdeniz paylaşımını gördüm instagramda...acaba karadenizden bahsettin mi diye burada buldum kendimi... son yazını ilk kezmişcesine, seni dinlermişcesine okudum.... şu naciz bedenlerimiz öyle geçip gitmesin bu hayattan diye 'iyi ki ' bu yazılar var:) . Sohbet etmek için ne mesafeleri ne de zamansızlığı aşabiliyoruz maalesef... Ama olsun kalpler bir olsun canımız sağolsun yeter ♥️
    Sevgiler
    tülay

    YanıtlaSil