Tahtalı Dağı Eteklerinde Ağaçtan Bir Dünya Ve
Riviera Park
Güzel buluşmalar tesadüfler eseri olunca, her tesadüf
iyi ki olmuş dedirtiyor insana.
İzmit'ten , Urfa'dan, Eskişehir'den, Antalya'dan bir dostluk grubu olarak
buluştuk ve koyulduk yola. Ocak sonu. Antalya hariç her tarafta zemheri kış.
Hedefimiz Likya yolunun başlangıcı sayılan Tahtalı Dağı zirvesine ulaşmak.
Antalya-Kumluca yolu üzerinde bir dağ köyü olan Beycik yol ayrımında indik
dolmuştan. Oldukça yüklüyüz; çadırlar, matlar, tulumlar, yükseklerde hava soğuk
ya, polar battaniyeler ve sırt çantalarımızın içinde bilumum araç gereç. Aklı sıra Beycik'e kadar çıkacağız sekiz
kilometre olduğunu bilmediğimiz o kıvrılıp giden yolu.
Tesadüfler zinciri de burada devreye girdi; parça
parça oluştu köprünün ayakları.
Yaklaşık bir kilometre sonra otostop yapmaya karar
verdik. Çok beklemeden uygun bir araç duruverdi. Küçücük arka kasasına doluştuk
ancak bizden de kalabalık eşyalarımızla kıpırdamanın imkanı yok. Kendimize mi
sahip çıksak, eşyalarımıza mı derken, bir arkadaşımızın beresi uçuverdi
kafasından. Zar zor sesimizi duyurup attık kendimizi araçtan. Attık diyorum,
yürümek aracın kasasında gitmekten daha kolay. Daha bir iki dakika geçmeden
eski model bir araca el salladı içimizden biri, Tahtalı’ya giden yol ayrımını
sormak için. Tereddüt etmeden durdu araç. Ve unutamayacağımız bir dostla da ilk
tanışmamız gerçekleşti. Araçtaki kişi bölgedeki işletmelerden birinin sahibi
olan Ali Beyrek’ti. Çadırda kalacağımızı öğrenince restoran ve kamp yeri olan
işletmesine davet etti bizi. Ve o şartlarda sembolik sayılabilecek bir ödemeyle
bir gece için gittiğimiz Riviera Park Restaurant’ta üç gece kaldık. Ayrılmak
bile istemedik doğayla bütünleşmiş o yerden.
Riviera Park’a vardığımızda ağaçtan bir dünya
karşıladı bizi. Etrafta giderek çoğalan beton binaların arasında insana sanki
ağaçların içinde yaşarmış duygusu uyandıran bir yer Ali Beyrek ve ailesinin
yeri. Tahta merdivenlerden çıkarak bir ağaçtan diğer ağaca sıçrıyoruz sanki.
Değişik büyüklükte alanlar açmış Ali Beyrek asırlık ağaçların üzerlerine. İnsan
kendini çınarın bir dalı gibi hissediyor. Merdivenlerden ağacın üzerine doğru
yolculuk yaptıkça, hele geceleri, biz mi yukarıya tırmanıyoruz, yıldızlar mı
bize doğru geliyor, şaşırtıyor insanı. Temiz, bakımlı, özenli malzemeler
kullanmışlar. Her merdivenin sonundaki çardaklar ferahlık duygusunu da
getiriyor yanında. Manzara doyumsuz bir panorama sunuyor bize. Bir yanımızda
Tahtalı Dağı’nın bulutlara batmış görkemli zirvesi, diğer yanımızda Olimpos
Dağı’na kadar uzanan kıyı şeridi. Uzansak denize dokunacağız.
Ve sıcacık bir konukseverlik. Ali Beyrek yalnız
bırakmıyor bizi. İhtiyaçlarımızı soruyor sık sık. Bize ayırdığı sobalı tek göz
odaya odun taşıyor durmadan. Oysa biz çadır kurmaya niyetliydik. Ne gam,
sobanın ateşinde közlüyoruz soğanlarımızı, patateslerimizi. Ali Beyrek’in
sıcaklığı sobadan da öte. Sohbetlerimiz bir odanın içinde, bir ağaçtan terasta
sürüp gitti üç gün boyunca. Kuşaklar öncesinden yerleşmiş ataları Beycik
Köyü’ne. Soyadları da oradan geliyor zaten.
Biz şehirliler açısından kendimizi ne kadar doğaya
atarsak o kadar iyi elbette. Ancak Ali Beyrek, ailesi ve doğayla örtüşmüş mekânını
tanıyınca, şehir daha çok dar geliyor insana.
Latif Tiftikçi
Şubat
2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder