Oy Trabzon Trabzon...

Gezinin ilk durağı; Trabzon... Trabzon denince aklıma ilk gelen Fuat Saka, başlangıcı da O'nunla yapalım. Siz okurken müzik de arkada çaladursun, kulaklar şenlensin :)



Trabzon'a yıllar yıllar önce annemle bir Bayburt yolculuğu bitiminde gelip "yaşanır burda be" deyip Ankara'ya dönmüştüm. Fikrim değişmedi! Şehir güzel, deniz var, yeşil var, yayla var, hamsi var, müzik var, azıcık ters düz olmakla beraber şahane insanlar var, hasılı yaşanır be!!


Önce Ayasofya Müzesi'ne gittik. Ayasofya 13 yy'da Latin istilasından kaçan Komnenos Ailesi'nden Kral I.Manuel tarafından yaptırılmış. 1461'de Fatih Sultan Mehmed'in fethinden sonra da kilise olarak kullanılmış. 1584'te camiye dönüştürülmüş, I. Dünya Savaşı esnasında Ruslar binayı depo ve hastane olarak da kullanmışlar.


4 ana melek
Kutsal Bilgelik Kilisesi'nin kubbesi havarilere atfen 12 köşeli, içerisi de onların freskleri ile bezeli. Kubbede ana tasvir Hz İsa iken, duvarlar mucizeler, vaftiz, çarmıha gerilme, kıyamet günü sahneleri ile süslenmiş. Bana en ilginç gelen "Şeytana Müptela Olmuş Çocuğun Mucizesi" sahnesi idi, algıda seçicilik işte. O sahnedeki insan jeneralize nöbet geçiriyor olsa gerek.


Şeytana Müptela Olmuş Çocuğun Mucizesi

Kilisenin güney cephesi pek süslü, Adem ve Havva'nın yaratılış sahnesi ile başlayıp, yasak elma , cennetten kovulma ile devam eden ve Habil-Kabil olayı ile sona eren taş süslemeler... Tepede ise yüzünü doğuya vermiş tek başlı Komnenos Kartalı.





Bir saat kulesi ve eski bir şapel kalıntısı var.  Ayrıca Selçuklu işi yıldızlar, eski yazı kitabeler ile bir tarih harmanı olmuş bina. Bizim gözümüzden kaçmış, ama yüzlerce yıl önce sefer öncesi kutsanmak için duvarlara çizildiği düşünülen gemi resimleri de varmış kesme taş duvarlarda. Kimler gelip kimler geçmiş limandan kim bilir! Siz unutmayınız, gemileri bulunuz, yerimize göz atınız :)Aslında sıra Atatürk Köşkü'nde idi. Ama saat geçti, kalacak yer telaşına düştük. Yandex navigasyon da pek yardımcı olmayınca ufak bir şehir turu sonrası (kaybolduk :)) Köşkü dönüşe bıraktık.


Livera'dan Maçka Manzarası

Eee ver elini Maçka. Kamp atma niyeti ile Çoşandere üzerindeki kamp alanlarına baktık, ama yol ve su sesi gözümüzü korkuttu. İnternette bulmuş olduğumuz 3. seçenek olan Livera Kamping için bir yol tarifi aldık, yol ki ne yol. Bizim düldülü resmen dağ yoluna vurduk, birkaç defa yeri öptü arkadaş. Ben korktum, kayboluruz diye de korktuk, yol yol değil. Korku filmi sahnesi arkadaş... Bizi tersten bir yerlere sokan Abi'ye de selam olsun. Abi gel sen yol soranlara doğru yolu tarif et :) Asıl yol Maçka içine girince sol yukarı kıvrılıyor, biz Maçka'yı geçip tersten gitmeye kalktık.



Hasılı kelam Livera'nın yolunu bulup vardık, ulaşınca da bayıldık. Kamp alanı Livera Köyü'nün yukarısında bir mezrada. Gittiğimizde hava soğuktu, çadıra üşendik. Hasır bungalovları gözümüze kestirdik. Gece çok soğuktu fakat üşümedik. Ertuğrul sızınca iki nefes alalım diye kafamızı dışarı bir çıkardık ki, meğer bir şölen varmış. Aydınlatma olmayan Livera'da yüzlerce ateş böceği :) İlk defa gördüm, büyülendim:) Sevdim sizi ateş böcekleri! Bir uyumuşuz ki sorma. 



Sabah kalktık, gece yalnızken baktık ki başka misafirler de var. Güzel iki motor da kapıda. Kahvaltıda motorların sahipleri ile hoşbeş ettik. Motosiklet eğitmeni bir abimiz ve eşi Gürcistan üzerinden Azerbaycan'a yol alırken yolda İran'a giden bir Alman gezgin ile tanışıp gelmişler ve kısmet Olgun Abi'nin sofrasında da biz tanıştık. Yollar, sınırlar, şehirler ve motosiklet üzerine konuşma uzadı. Muhlama da iyiydi doğrusu :)


Sonra sıra geldi Hamsiköy'e. Sütlaç bahane ortam iseee şahaneydi. 



Orjinal sütlacın fırınlanmamış olduğunu da öğrendik bu sayede. Pek bir lezzetliydi, bir daha olsa gene yeriz, yine yeriz. Enerji de depoladık, hazırız yola.




Gümüşhane Torul'daki Karaca Mağarası hedef. Yol uzun, ama değer. Mağara 90larda bulunup ziyarete açılmış. Rakım 1550m, uzunluk ise 256 m. Uzun salonların içinde dikit, sarkıt ve sütunların arasında kendinizi bir peri masalında hissedebilirsiniz. Mağara turların da uğrak noktası, içeride zarar verir düşüncesi ile olsa gerek fotoğraf yasak. Ama millet dokunup çekiştiriyor, o ayrı... Lahana turşusu ve perhiz işi akla geliyor. Mağaranın içi kadar etrafın manzarası da ihtişamlı, bakınız Cehennem Vadisi :)



Gümüşhane il sınırından pestilsiz çıkmak ayıpmış duyduk, elma kurusu stoğu da yapıp kahverengi tabela aşkı ile akşam yemeğini de yeriz diye Limni Gölü!ne sürdük. 



Yol bozuk, ama felaket değil. Güzel yaylalardan geçtik, gölde kimse olmaz derken meğer bir piknik mekanıymış. Biz de adettendir deyip teşkilatı kurduk, arabadaki nevaleleri mideye indirdik. Komşu masalardan gurbetçi olduğumuza dair fısıltıları işittik, minik kamp ocağında çay çorba tabii geleneksel Türk piknik ortamını bozdu ama naparsın elde ne varsa o :)



Yolda telefon eden teyzem sıkı sıkı tembih etti, sakın eski yola girmeyin, Zigana'yı tünelden geçin diye. Gidişte söz tuttuk ama kahverengi tabela aşkı nedeni ile dönüş öyle olmadı. Bulutların içinden Zigana Geçidi'ni aştık, hava buz :)







Gece yine Livera 'da kaldık. Bir de güzellik oldu ki sormayın, Olgun Abi'nin akrabaları gelmiş, kamp yapan bir ekip de vardı. Yaktılar bir ateş, oturduk başına, bir de kemençe :) Değme keyfimize, gökte yıldızlar dilde ezgiler...





Azıcık da Livera Kamp Alanı'nı anlatalım. Yolu biraz zor gerçekten, fakat o çevre için iyi bir seçenek. Geniş bir alanda ister kamp atın, ister bungalovda kalın. Elektrik yok. Güneş enerjisi ve jeneratörle elektrik sağlanıyor, yani görüntüyü bozan elektrik direkleri yok.



Alan geniş, yemyeşil. Bir tarafında tüm ihtişamı ile Ziya Kayası selam veriyor. 


Ziya Kayası
Kahvaltı gayet yeterli. Kampingin sahibi Olgun Abi akrabası olsak bizi yine öyle ağırlardı. Kampingden Likya Yolu gibi antik bir yol olan Anabasis Yolu geçiyor. Yolun hikayesini anlatan bir de kitap var; "Onbinlerin Dönüşü". 25 kmlik parkur üzerinde bir yerde Sümela Manastırı'nı karşıdan fotoğraflayabilirsiniz. Yürüyüş için Olgun Abi rehberlik de yapıyor.Daha fazla bilgi için böyle buyurun... Hasılı kelam yolum o taraflara düşerse yine Livera'da kalırım.



Kısa tanıtımın ardından gelelim geziye, ertesi sabah Olgun Abi'nin sözünü dinledik. Sabah kahvaltıda bankacılığı bırakıp rehberlik yapan bir arkadaşın doyumsuz sohbetini bırakıp erken yola düştük, vardık Sümela Manastırı'na. Siz de söz dinleyin sabah erken gidin. Saat 10:00 civarı orada idik, 13:00 gibi çıkarken kalabalıktan ruhumuzu teslim edecektik, iğne atsan yere düşmüyordu.




Manastırın çok yakınına kadar araba ile gidebilirsiniz, fakat tabana kuvvet manzaraya doyayım fikrindeyseniz yanınıza su alın. Karşıdan manastırın manzarası muazzam, arkadaş nasıl bir inanç ki oraya o manastırı dikmişler, bizim iki adımda nefesimiz tıkanıyor.


Manastır 4 yy'da Karadağ eteklerine oyularak 1150 metrede inşa edilmiş. İki Atinalı rahip aynı gece aynı rüyayı görürler, Hz Meryem ve İsa onlara bir manastır yapmalarını söyler. Birbirlerinden habersiz yola çıkan rahipler Sümela Manastırı'nın olduğu yerde karşılaşınca bunu bir işaret olar görürler ve buraya manastır inşası başlar. 




Yavuz Sultan Selim bölgeyi fethedince manastırı torunu birçok sultan gibi himaye etmiş, hatta manastır padişahlardan hediyeler almış, manastırın bazı bölümleri onlar zamanında yapılmış. Fakat yazık ki sultanların yaptığını bizler yapamayıp kilisenin içindeki fresklerin gözlerini oyup tahrip etmişiz. 1923'te mübadele zamanı keşişler manastırdan ayrılmışlar. Şu anda müze olan manastırda güvenlik görevlileri dört dönüyor, ama olan olmuş. Bu ay içerisinde 2013 yılında 2,5 milyon, 2014 yılı içinde ise 3,3 milyon turisti ağırlayan manastır restorasyon ve güçlendirme için kapatılacak.

Manastır ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ile ayazmadan(kutsal su) oluşuyor, kesinlikle görülmeli...




Fresk ıslak zemin üzerine kök boyalar ile yapılıyor. Öğrendiğime göre desen kağıda çiziliyor, kağıt üzerinde ufak delikler açılıyor ve şablon haline gelen kağıt duvara yapıştırılıp üzerinden kömür tozu geçilince desen sıvaya geçiyor. Freskler 14 ve 18 yy dan kalma imiş. Okuma yazmanın ne kadar olduğu göz önüne alınırsa fresk mesaj vermek adına o vakit için iyi bir yöntem.Freskler de yine Ayasofya gibi yaratılış, çarmıh, mucizeler, havariler gibi konular işlenmiş. Hatta İznik konsülünden bir sahne var. Flash kullanmadan çekim yapabilirsiniz. Müze yazın saat 09:00'da açılıp akşam 19:00 da kapanıyor, müzekart geçiyor. Hatırlatalım sıra beklemek istemiyorsanız erken gidin ;)



 Zor şer çıkıp arabamıza ulaştık, Çoşandere'de bir alabalık ziyafeti sonrası Yomra, Araklı, Sürmene üzerinden her geçtiğimiz yerde bir türkü patlatıp ver elini Of, zira hedef Uzungöl'dü. Amaaa yolda ne oldu, yağmuuur :) Uzungöl'e bir girdik aman ne sağanak sisten göz gözü görmüyor, o da yetmiyormuş gibi kalabalık. Her yer zengin Arap istilasında. Biz ne yaptık "kaç kaç kaç" diyerek sisin içinden vurduk arabayı Karastel (Garaster)'e.





Yol fena değil, yaylaya çıkınca yeni yapılan bir lokantanın ilerisinde boş bir alan bulup çadırı kurduk. Sis tepemize bir çöktü, görüş mesafesi ancak 2-3 metre, rakım 2200m. Ertuğrul'u çadırın içinde tutmak için ecel terleri dökerken yolda bir karaltı belirdi. Bir de mırıltılar var, "Allah Allah meczup zaar" dedik. Dönüşte karaltı bize yanaştı, tanıştık. Meğer kulaklık ile telefon konuşması yapıyormuş. Maden mühendisiymiş, iş bakıyormuş. "Ne lazım abi" dedi, "oduun" dedik. 



Ertuğrul da takıldı Metin'in peşine vardılar Yalçınlara. Annesi Şişe Teyze (yanlış yazmadım teyzenin adı öyle) çok ısrar etmiş bizde kalın diye. Ama bizdeki yörük inadı, çadırın içini ben halletmiştim zaten, çadırda kalacağız... Teyze kandıramayınca süt göndermiş sağolsun, şahane idi. Ufak bir çuval da odun, öyleki gezide odunlar tükenmedi, Ankara Eğriova'da bitti. Gece o kadar nemli ve soğuktu ki çadırdan burnumuzu çıkaramadık, kaldı ki ateş yakmak. Çadırın ön bagajında nevalelerimizi çıkarıp kamp ocağında pişirip uyuduk. Çadırda üşümedik. Sabah bizi ne uyandırdı tahmıin ediniz, horoz değil cık :) İnekler :) Merakla çadırı dürtüp mölediklerinden bi zıpladık. Kalkınca baktık ki etrafı sarmışlar, çadırı kurduğumuz yerin hemen yanı da çitlerin ardı uçurum. 







Meğer oradan güzel bir Uzungöl manzarası varmış da görene aşkolsun. Sis kalkmadı :) Her tarafta inekler, başlarında teyzeler... Yayladaki amcalar pek de çalışkan değil Arkadaş Karadeniz kadını pek cefakar. Şişe Teyze bizi kolaçan etti, "yukarıdaki yaylada şenlik var gelin" dedi. Oh körün istediği bir göz Allah verdi iki göz. Derlendik çıktık yukarıya. 



Sis hala bize yoldaş, buna rağmen kalabalık. Biz donuyoruz herkes süslenmiş incecik giyinip gelmiş. Silahlar patlıyor, çocukların elinde de alıştırma olsun diye catapat. Bizimki de musallat oldu, pat pat pat... 




Alışveriş edecek tezgahlar, ızgara, mısır... Akrabalar kavuştu bir de kaval , kemençe başladı. Kimse yerinde duramadı. Ne keyif, sise rağmen ne keyif. 





Amaa zaman dar. Yalçın ve ailesi ile vedalaşıp Of'a yöneldik. Geri dönüş yolunda kartpostallık bir manzaramız varmış haberimiz yokmuş, şaştık kaldık. 




Akşam sisten birşey anlamamışız. Yolun harika Uzungöl manzarası vardı, patlattık fotoğrafları. İşin doğrusu Uzungöl uzaktan güzel :) Çok kalabalık, her yer pansiyon. Eski halini bilenler betonlaştı diyorlar. Onların yalancısıyız. 




Trabzon'a gelesiye dağ taş fındık. Of'ta ise çay başlıyor. Yemyeşil. Tam da kesim zamanıydı, çay kokusu her yerde. Cennette miyim :) Çay Fabrikası ziyareti sonraki yazıya... 



İlkin başaramasak da tatil dönüşü sora sora Bağdat bulunur diyerek Atatürk Köşkü'nü de bulduk. 



Güzel bir bina.  Çam ağaçlarının arasında, bahçesinde hoş bir çay bahçesi de mevcut. 1890 tarihinde Konstantin Kabayanidis tarafından yazlık konuk olarak yaptırılmış. Mübadelede köşk hazineye geçmiş. 



Atatürk'ü ağırlayan köşk Trabzonlular tarafından kendisine hediye edilmiş. Atatürk'ün ölümü ile köşk belediye tarafında müzeye dönüştürülmüş. Atatürk 1937'e tüm varlığını hazineye bağışladığı vasiyetini burada yazmış. 



Binada 300'ün üzerinde obje sergileniyor. Çok ince bir zevk eseri olan köşk ve eşyalar arasında çok başka bir zamana gidiveriyorsunuz. 
Trabzon'a dair bizden bu kadar, eksikler bir dahaki geziye kalsın :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder